EV KADINININ ALIŞKANLIKLARI
Bir ev kadınının klasik olarak her gün yaşadığı son
derece monoton bir hayatı vardır. Genellikle ev kadınının her günkü asli
görevi, ailenin diğer üyelerinin odalarını toplama, çamaşırlarını
yıkama, yemek hazırlama, alışveriş yapma ve evin diğer temizlik
ihtiyaçlarını gidermekten ibarettir. Elbette her insanın bu işleri
yapması gerekli ve hatta zorunludur. Ancak burada hatalı olan nokta,
insanların bu işleri ahireti tamamen unutarak, dünyaya yönelik bir hırs
içinde yapmalarıdır. Ve tüm hayatlarını, düşüncelerini, planlarını bu
işler üzerine kurmaları ve kendilerini yaratan Allah’ı razı etmenin
yollarını aramak yerine, günlük hayatın küçük meşgaleleriyle tatmin
bulmaya çalışmalarıdır.
Ancak tüm bu koşuşturmaca arasında ev kadınının asla
ödün vermediği birtakım alışkanlıkları da vardır. Bu alışkanlıklar
genellikle kadınların çoğunda ortaktır. Bu monoton hayatlarını ancak bu
şekilde renklendirdiklerini ve ev ortamının sıkıntılarından bu şekilde
uzaklaştıklarını düşünürler. Ellerine geçen her imkanı, her boş
vakitlerini bu isteklerini tatmin etmek uğrunda harcarlar. Oysaki
detaylıca incelendiğinde tüm bu alışkanlıkların bu kimseleri çok sıradan
ve basit bir dünyaya çektiği görülür.
Bu alışkanlıklar arasında en yaygın olanlar şunlardır;
Dedikodu yapmak
Cahiliye toplumunda yaşanan ev kadını karakterinde en
yaygın olarak görülen özelliklerden biri “dedikodu”dur. Vakitleri ya da
imkanları olmasa dahi bir parça olsun dedikodu yapabilmek için mutlaka
bir fırsat bulurlar. Bazen kapı ağzında komşularla, bazen saatler süren
telefon konuşmalarında, bazen de çay ya da kahve ziyaretlerinde bu
manzarayı görmek mümkündür. Ancak burada asıl önemli olan, dedikodudan
derin bir zevk almalarıdır. Çünkü dedikodu sırasında çekiştirilen kişi
küçük düşürülüp aşağılanırken, dedikoduyu yapanlar kendilerini büyük
göstermeye çalışırlar. Bu nedenle arkadaş toplantılarında
konuşabilecekleri pek çok faydalı ya da zevkli konu varken, onlar
ısrarla dönüp dolaşıp sözü birilerinin dedikodusunu yapmaya getirirler.
Komşuları, dostları, akrabaları, eşleri, televizyon yıldızları ve hatta
yoldan geçen yabancı biri bile bu dedikodulara malzeme olabilir.
Oysa Allah insanları dedikodudan men etmiştir. Allah
bunun güzel bir ahlak olmadığını ayetlerinde bildirmiş ve eğer ortada
yanlış bir şey varsa bunun ayetlerin ifadesiyle “iyiliği emredip,
kötülükten menederek” insanların kendilerine bildirilmesini emretmiştir:
Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü
zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli
yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın
(arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi
sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz
Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
İşte Kuran’ın bu emri gereği, müminler asla
birbirlerinin arkasından konuşup birbirlerini çekiştirmezler. Gerçek
sevginin ve dostluğun en önemli alametlerinden birinin karşılarındaki
kişiye dünyada ve ahirette fayda verecek şekilde hareket etmek olduğunu
bilirler. Bu durumda da eğer yanlış bir tavır görüyorlarsa bir an önce
yanlışını anlaması ve vazgeçmesi için bunu ilgili kişiye bildirirler.
Gerçek bir dostluk ve sadakat anlayışı da bunu gerektirir. Ama cahiliye
toplumunda evlilik gibi en yakın bilinen birliktelikler bile sağlam bir
temele oturmadığı, karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı olmadığı için,
ortaya çıkan bu olumsuz model oldukça yaygındır.
ARKADAŞ TOPLANTILARI
Ev kadınlarının vazgeçemedikleri en büyük
alışkanlıklardan biri de kendi aralarında “gün” adını verdikleri, kadın
kadına yapılan yemekli toplantılardır. Böyle bir toplantıda, yaptıkları
kek hakkında aldıkları bir övgü onların mutlu olması için yeterli
olurken, yine aynı şekilde eşleri izin vermediği için bu toplantılardan
birine katılamamış olmak da belki haftalarca süren bir huzursuzluk ve
mutsuzluğa neden olur. Bu onların ne kadar sınırlı ve küçük bir dünyada
yaşadıklarını görmek açısından dikkat çekicidir. Çünkü bu tip
toplantılarda konuşulanlar, yapılanlar bu kişilerin ahiretlerine bir
fayda sağlamaktan uzaktır. Söz konusu toplantılar, bu insanları dünyaya
çekmeye yöneliktir. Ahireti, herşeyin yaratıcısı olan Allah’ın
yüceliğini, Kuran’da emredilen güzel ahlakı yaşamayı hatırlatmak yerine
boş konular tartışılır, gereksiz olayların kritikleri yapılır. İnsanlar
birbirlerinin Kuran’a göre güzel yönlerini değerlendirmez, aksine
birbirlerine dünyevi övgülerde bulunurlar. Karşılarındaki insanları
Kuran ahlakını ne kadar yaşadıkları yönünde değerlendirmezler.
Önceki bölümde bahsedilen dedikodular,
televizyonlarda yayınlanan pembe dizilerin en son bölümünde olup
bitenler ya da kek pasta tarifleri bu toplantılarda konuşulan en hayati
konuları oluşturur.
Oysa aynı toplantı, aynı ortam Allah’tan korkan ve
ahirete hazırlık yapan insanlar için oluşturulmuş olsa, kuşku yok ki
burada yapılan sohbetlerden kişilerin hem kendilerini
geliştirebilecekleri hem de başkalarına fayda sağlayabilecekleri çok
faydalı sonuçlar çıkar. Çünkü Kuran’da müminlerin boş sözlerden ve boş
işlerden yüz çevirmeleri ve her anlarını faydalı işlerle, faydalı
düşüncelerle geçirmeleri emredilmiştir. Ayetlerde bu konu şöyle
vurgulanır:
Onlar, ‘tümüyle boş’ şeylerden yüz çevirenlerdir. (Müminun Suresi, 3)
Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir. (Furkan Suresi, 72)
‘Boş ve yararsız olan sözü’ işittikleri zaman
ondan yüz çevirirler ve: “Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin
yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz cahilleri
benimsemeyiz” derler. (Kasas Suresi, 55)
TELEVİZYON İZLEMEK
Cahiliye toplumunda ev kadınlarının yaşamlarının
büyük bir bölümü televizyon karşısında geçer. Ancak elbette bu sadece
kadınlara has bir alışkanlık değildir. Aynı şekilde eşlerinin ve
çocuklarının da katıldığı bu saatler, cahiliye toplumunun en özel
zevklerinden ve en önemli meşgalelerindendir. Ne izledikleri ise çoğu
zaman o kadar da önemli değildir. Asıl önemli olan oyalanmak ve
yaşadıkları sıkıntılı ortamdan biraz olsun uzaklaşabilmektir. Gün boyu
her ne iş yaparlarsa yapsınlar sürekli televizyonları açık olur. Fakat
özellikle de “pembe diziler” adı verilen günlük diziler başladığı zaman
neredeyse televizyon ekranına “kilitlenirler”. Bu dizilerde yaşanan
romantizm onlara ayrı bir haz verir. Bu nedenle de tüm günlük
programlarını bu dizilerin saatlerine göre düzenler ve bir yere
gitmeleri gerektiğinde bile bir şekilde dizinin video kasetlere
kaydedilmesini sağlarlar. Eğer böyle bir imkanları yoksa, bu durumda da
işleri biter bitmez bir komşudan ya da yakınlarından büyük bir heyecanla
dizideki son gelişmeleri öğrenirler.
TELEFON SOHBETLERİ
Cahiliye toplumundaki kadınlar sabah kalkar kalkmaz
ilk iş olarak telefonun başına geçerler. Günlük haberleri öğrenmek ve
son dedikoduları aktarmak için arkadaşlarının her birini teker teker
ararlar. Aile içinde gelişen son olayları, eşleriyle aralarında geçen
tartışmaları, alışverişte neler aldıklarını, eve hangi misafirin
geldiğini, neler konuştuklarını hiç üşenmeden tek tek anlatırlar. Bu
telefon konuşmalarının bir kısmı saatlerce sürer ama konuşmaların çoğu
hikmetsizdir.
Buna karşılık müminler yukarıdaki bölümlerde de yer aldığı gibi boş konuşmanın ve boş işin her türlüsünden kaçınırlar.
SOSYETİK KADIN KARAKTERİ
Sosyetede gelişen kadın karakterinin temelde “ev
kadını karakteri”nden pek bir farkı yoktur. Kişilik özellikleri ve
alışkanlıkları birbirine çok benzerdir. Ancak sosyete ortamındaki
şartların ve imkanların orta halli bir ev kadınınkinden daha farklı
olması, farklı alışkanlıkları da beraberinde getirir.
Bu kimseler yaşadıkları çevreye ayak uydurma
endişesine kapılmışlardır. Bu nedenle de kendi istekleri, zevkleri ya da
alışkanlıkları doğrultusunda değil de, daha çok sosyetenin beklentileri
yönünde hareket ederler. Sosyetenin beklentileri ise para ve hava atma
üzerine kurulmuştur. Bu nedenle bu hayat tarzını benimseyen kadınlar
günlerini öncelikle sosyetede, o günlerde moda olan faaliyetleri takip
etmek ve mümkün olduğunca bu hayata ayak uydurmaya çalışmakla
geçirirler. Söz gelimi herkesin gittiği tatil merkezlerine gitmek, lüks
terzilere kıyafet diktirmek, sosyete kuaförlerinde ya da solaryum
merkezlerinde dedikodu yapmak, lüks restoranlarda buluşup öğlen
yemekleri yemek, pahalı mağazalardan ya da yurt dışından alışveriş
yapmak, en önemlisi de tüm bunlarla birbirlerine ‘hava atabilmek’
sosyete kadınlarının dünyasını özetlemek için yeterlidir.
Dıştan bakıldığında çok renkli bir hayatları varmış
gibi görünse de aslında onların hayatı da en az ev kadınlarınınki kadar
monotondur. Her gün öğlenlere kadar uyuduktan sonra günlük gazetelere ve
sosyete haberlerinin yer aldığı magazin dergilerine bir göz atar ve
ardından da günlük programlarını yapmaya başlarlar. Gün boyunca akşam
katılacakları davette ne giyeceklerinin hazırlığını yapar, kuaföre gider
sonra da gece geç saatlere kadar bu davetlerde vakit geçirirler. Gece
hayatının verdiği yorgunluk ve fiziksel yıpranma nedeniyle genellikle
kötü bir uykunun ardından baş ağrısıyla uyanırlar.
Onların günlük hayatlarında, ev kadınlarının karşı
karşıya olduğu ev temizliği, çocuk bakımı gibi konular daha az yer
kaplar. Genellikle bu tip sorumlulukları yanlarında çalışan
yardımcılarına bırakmış olmanın umursuzluğu içerisindedirler. Ancak
hiçbir sorumluluk yüklenmemiş olmaları yaşadıkları umursuz karakterin
daha da gelişmesine neden olur. Hayatlarında elde etmek istedikleri
herşeyin önlerine hazır olarak gelmesi, çocuklarının, evlerinin
başkaları tarafından yönlendirilmesi ve kendilerinden “sosyetik”
olmaları dışında bir şey beklenmiyor olması onları çok kısa bir süre
içerisinde tatminsizliğe ve büyük bir boşluğa sürükler. Elde etmek
istedikleri bir şeye sahip olur olmaz, bu konudaki isteklerini ve
şevklerinin yitirirler. Bunun ardından hemen yeni bir şeye kendini
kaptırır, onun peşinden koşmaya başlarlar. Maddi anlamda istedikleri pek
çok şeye sahip olurlar, ancak hiçbir zaman manen huzurlu olamazlar. Ne
evliliklerinde ne de arkadaşlıklarında sadakat, güvenilirlik, sevgi,
saygı gibi özellikleri bulamazlar.
Tüm yaşamları boyunca yaşadıkları sıkıntılı ortama
rağmen mutluluğu yine de dinde, güzel ahlakı yaşamakta aramazlar. Aynı
bozuk sistem içinde çözümler bulmaya çalışırlar ama bunda başarılı
olamazlar; gitgide daha da açmaza girerler.
İşte tüm bunlar, onların Kuran’dan yüz çevirmeleri
nedeniyledir. Kendilerini yaratan Allah’ın emrettiği şekilde
yaşamadıkları için asla huzur bulacak bir ortam elde edemezler. Allah’ı
anmadıkları için, “… Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur” (Rad
Suresi, 28 ) ayetinin işaretiyle kalpleri hiçbir zaman huzur bulamaz,
içlerindeki sıkıntı ve huzursuzluktan kurtulamazlar. Yaratılış
amaçlarına uygun bir hayat seçmedikleri için bu duruma düşmüşlerdir.
Eğer onlar Allah’ın beğendiği hayatı ve yine O’nun emrettiği ahlakı
yaşamış olsalar, muhakkak ki güzel bir hayatla karşılık göreceklerdir.
Ayetlerde Allah’ın bu vaadi şöyle bildirilmiştir:
(Allah’tan) Sakınanlara: “Rabbiniz ne
indirdi?” dendiğinde, “Hayır” dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda
bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva
sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
Bu insanlar eğer dostlarını ve eşlerini müminlerden
seçmiş olsalar, böylesine güvensiz bir ortamda yaşamak zorunda
kalmazlar. Mutlaka güvenilir, sadık, dürüst ve samimi insanlardan oluşan
birliktelikler yaşar ve cahiliye sisteminde duydukları güvensizliklerin
ve korkuların hiçbirini tatmazlar. Çünkü Kuran ahlakının hakim olduğu
bir ortamda her mümin mutlaka güzel ahlak göstermeye gayret eder ve yine
güzel bir karşılık görür:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak
kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla
yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak
veririz. (Nahl Suresi, 97)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder