CAHİLİYE TOPLUMUNDA ERKEK KARAKTERİ
Cahiliye toplumunda geleneklerin etkisini üzerinde
taşıyan karakterlerden bir diğeri de “erkek karakteri”dir. Her ne kadar
yazılı bir tanımı olmasa da, cahiliye toplumunun her üyesi bu karakterin
tüm özelliklerini ezbere bilir. Her aile çocukları daha doğmadan önce
eğer erkek olursa, ona bu karakteri nasıl vereceklerinin planlarını
yapar, hayallerini kurarlar. Çünkü herşeyden önce bu toplumda bir erkek
çocuğu sahibi olabilmek büyük bir gurur vesilesidir.
Cahiliye toplumunda saygı duyulan bu özellikler
‘erkek adam dediğin…’ diye başlayan kalıplarla sık sık ifade edilir.
Onlara göre erkek karakterinin ilk prensibi güçlü ve üstün olmaktır. Bu
telkin gerçekten de erkeklerde güçlü bir şahsiyet oluşmasını sağlar.
Toplumdaki diğer dengeler de zaten erkeğin bu üstünlük iddiasını
destekleyecek niteliktedir. Toplumun diğer üyesi olan kadınlar da zaten
ikinci sınıf ve ezik bir karakteri benimsemişlerdir. Bu durumda
erkeklerin üzerinde daha üstün olabilecek ikinci bir karakter yoktur.
İşte bu düşünce kayıtsız şartsız bir yeterlilik duygusunun gelişmesine
neden olur. Bu nedenle de genellikle kimseden, ama özellikle de
kadınlardan gelecek hiçbir eleştiriye ya da tavsiyeye açık olmazlar.
Bunun yanında her erkek kendisini toplumun görmek
istediği gibi olmaya mecbur hisseder ve verilen bu kalıpların dışına
çıkmamaya müthiş bir titizlik gösterir. Çünkü cahiliye toplumunda
erkekliğin gerekliliklerini yerine getirememek son derece küçük düşürücü
bir durumdur. Bir erkek, çocukluğundan yaşlılığına kadar her an çok
güçlü ve çok cesur olmak zorundadır. Hiçbir konuda asla en ufak bir
zayıflık, yenilgi ve erkek karakterine ters düşücek bir tavır
göstermemelidir. Öyle ki hastalandığında ya da herhangi bir sebeple acı
çektiğinde dahi bunu belli etmemelidir. Çünkü tüm bunlar sadece
kadınlara has özelliklerdir ve erkeğin bu tarz acizlikler içerisine
girmesi cahiliye toplumunun bakış açısına göre yakışık almaz ya da kendi
ifadeleriyle “erkek adam hastalanmaz, acı hissetmez”.
Ancak şunu da önemle eklemek gerekir ki, toplumun
erkeğe verdiği güçlü, cesur ya da hakim karakterli olmak gibi
özelliklerin hiçbirinde yanlışlık yoktur ve aslında tüm bunlar güzel
özelliklerdir. Ama Kuran ahlakının yaşanmadığı bir toplumda ortaya
atılan bir üstünlük iddiası “kibir” ve “büyüklenme” duygularının
gelişmesine neden olur ki Kuran’da insanların bu tür tavırlardan
sakınmaları emredilmiştir:
“İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve
böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp
böbürleneni sevmez.” (Lokman Suresi, 18)
CAHİLİYE TOPLUMUNDAKİ ERKEK KARAKTERLERİNDE ÇEŞİTLİ ÖRNEKLER
Bir önceki başlıkta bahsi geçen erkek karakterinin
tam tersini yaşayan kimseler ise cahiliye toplumunda “kılıbık erkek”
olarak adlandırılır. Cahiliye toplumunda yaşanan, üstünlük iddiasındaki
erkek karakterinin yerine bu kimseler de kendi haklarını koruyamayacak
kadar aşırı pasif bir yapı geliştirmişlerdir. Bu kimseler kendilerinden
beklenildiği gibi “erkek adam dediğin…” kalıplarıyla ifade edilen
mantıklara uymayan insanlardır. Kendi üstünlüklerini iddia etmek yerine
genellikle kadınların ya da başkalarının hakimiyetine sığınmayı tercih
eden bu insanlar, cahiliye toplumu tarafından oldukça küçümsenirler.
Kişiliksiz, güçsüz ve kendi deyimleriyle “hanım evladı” olarak
nitelendirilirler.
Cahiliye toplumunda görülen bir başka karakter “kazak
erkek” ya da son yıllarda “maço” olarak adlandırılan karakterdir. Bu
kimseler “erkeğin kayıtsız şartsız üstünlüğüne” ve “kadının da kayıtsız
şartsız zayıflığına” inanmışlardır. Kadının herhangi bir eşya gibi
erkeğin bir malı olduğuna, dolayısıyla da gerektiğinde iyi davranılıp
ama gerektiğinde de sert davranılabileceğine” kanaat getirmişlerdir.
Sert ve haşin hareketlerin, kaba bir üslup kullanmanın ve kısa sürede
tersleşmenin kendilerine özel bir hava verdiğini düşünürler. Kadınların
zaten kendilerine bu karakterde bir eş aradıklarından emindirler ve bu
nedenle de bu tavırlarıyla oldukça cazibeli bir hale geldiklerine
inanırlar.
Cahiliye toplumunun “akşamcı” olarak adlandırdığı bir
erkek karakteri daha vardır. Bu kimseler hayatın en önemli eğlencesinin
özel olarak hazırlanan meze sofralarında içki içip, “sarhoş
muhabbetleri” yapmak olduğunu sanırlar. Kendileri ile aynı inancı
paylaşan bir arkadaş grubuyla birlikte neredeyse her akşam bu
alışkanlıklarını yinelerler. Cahiliye toplumunun bu kimseleri “akşamcı”
ismiyle anmasının sebebi de bu akşam toplantılarıdır zaten.
Geç saatlere kadar süren bu masa sohbetlerinde
faydalı ve hikmetli hemen hemen tek bir konu dahi konuşulmaz. Sarhoş
olmalarının etkisiyle tamamen boş bir konuya takılıp saatlerce o konu
üzerinde “felsefe yapar”, nutuklar atar, birbirlerine hayat dersleri
verirler. Hatta kimi zaman gecenin ilerleyen saatlerinde tartışmaya
başlar ve çevrelerindeki insanlar tarafından zorla kontrol altına
alınarak sakinleştirilirler. Bu kimseler genelde, günlük hayatlarında da
akşamları yaşadıkları bu sarhoş karakterinin tüm özelliklerini
yansıtırlar. Sık sık “akşamdan kalmayım, bana fazla bulaşmayın” şeklinde
ifadeler sarfederler.
Bu saydıklarımız cahiliye toplumunda yaşanan erkek
karakterlerinden sadece bir kaç tanesidir. Bunlar gibi daha yüzlercesine
rastlamak mümkündür. Temeli, Kuran’a dayalı olmadığı için, cahiliye
toplumunda yaşanan tüm bu modeller çarpık bir anlayış içerirler.
Dikkatlice izlendiğinde bu hayatı ve bu karakteri yaşayan kimselerin
hayatlarından gerçek anlamda memnun olmadıkları da açıkça görülür.
YAŞLI İNSAN KARAKTERİ
Gençliğinde hangi karakteri benimsemiş olursa olsun,
genellikle yaşlanınca cahiliye insanlarının gösterdiği standart bir
karakter ve hayat şekli vardır. Ancak bu konuya geçmeden önce önemle
belirtilmesi gereken bir nokta vardır: Bu bölümde söz edeceğimiz yaşlı
karakterinin özellikleri, insanların dinden uzak yaşamalarının getirdiği
bir bozukluktur. Yaşamını Allah’ın razı olmayacağı şekilde geçirmiş,
yaşı ilerleyip ölüme yaklaştığında da ahireti düşünmeyen, dünyaya daha
sıkı bağlanan insanların ruh halindeki çarpıklıktır.
Elbette bu özellikler kimi zaman kişiden kişiye
farklılıklar gösterebilir; burada bahsedeceğimiz kötü ahlak
özelliklerinin yalnızca bir kısmını taşıyan veya tümünü birarada yaşayan
insanlar olabilir. Sonuç olarak burada önemli olan dinsizliğin
getirdiği ahlak ve tavır bozukluğunun küçük bir dünya oluşturması ve söz
konusu kişilerin bu küçük dünya içinde her türlü çirkin tavrı
sergileyebilmeleridir.
Cahiliye kadınları, çocuklarını evlendirip torun
sahibi olduktan sonra tipik yaşlı kadın karakterine bürünürler. Erkekler
ise genellikle emekliye ayrılmış ya da çalışamayacak kadar yaşlanmış
olmaları nedeniyle iş hayatını terk edip evde oturmaya başlarlar. Bu
durumda kendilerini ruhen ve bedenen hala genç hissedenler bile,
çevrelerinden gelen telkinlerin de etkisiyle yaşlı gibi davranma
zorunluluğu hissederler. Çevrelerindeki tüm dostları, akranları, eşleri
yaşlanmış, emekli olmuş ve bu karaktere bürünmüşlerdir. Çocukları da
evlenip kendi sorunlarına dalmış ve onlardan iyice uzaklaşmışlardır.
Günlerini televizyon seyrederek ya da uyuklayarak
geçirirler. Ancak kadının yaşadığı “ev kadını karakteri”nde hiçbir
değişiklik olmaz. Söylenmeleri, kaprisleri tüm hızıyla devam eder.
Eşleri de kendileriyle aynı şartlar altında olduğu halde evin tüm
sorumluluğunun yine sadece kendilerinin üzerinde olması onları daha da
ters ve aksi bir tavra sokar. Erkekler de artık yapacak bir işleri
olmaması nedeniyle bütün gün evde boş boş oturmaktan dolayı sıkıntı
içerisindedirler.
Gün içinde hangi saatte ne yapacakları bellidir.
Hayatlarında korkunç bir monotonluk başlamıştır. Bu monotonluğu
kırmaları için hep çocuklarından medet umarlar. Fakat onlar da tamamiyle
kendi hayatlarını yaşamaktadır. Arada sırada hafta sonları
ziyaretlerine gelirler ancak birkaç saat süren bu ziyaretler onları
hayatlarının tekdüzeliğinden kurtarmaya yetmez.
Bazen de kendileri gibi yaşlanmış olan arkadaşlarını
ziyarete giderler. Bu toplantılarda konuştukları konular ise çoğunlukla
evlatları ve hastalıkları ile sınırlıdır. Gittikleri doktorlardan,
kendilerine konan yeni teşhislerden, kullandıkları ilaçlardan bahsedip
birbirlerine tavsiyelerde bulunurlar.
Ancak tüm bu güçsüzlüklerine ve acizliklerine rağmen
cahiliye sisteminin kendilerine kazandırdığı karakter özelliklerinden ve
alışkanlıklardan taviz vermezler. Oysaki uzun yıllar boyunca cahiliye
ahlakını yaşamış ve bu şekilde hiçbir şey elde edemediklerini ve mutlu
olmadıklarını açıkça görmüşlerdir. Ölümün bu denli yaklaştığı bir
dönemde hala cahiliye hayatına özlem duyuyor olmaları, dinden uzak
toplumun yaşlı karakterinin en önemli yönüdür.
Elbette bu insanlar kendilerini hüsrana sürükleyecek
büyük bir yanılgı içindedirler. Aslında yapmaları gereken, herşeyin
yaratıcısı olan Allah’a dönüp yönelmeleridir. Belirli bir yaşa kadar
bunu yapmamış olabilirler. Ama Allah’a hesap vereceklerini ve ölümün
giderek yaklaştığını kavradıkları andan itibaren şuurlarının hiç olmazsa
bir derece açılması ve geçmiş yaşantıları için tevbe ederek Allah’ın
hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaları gereklidir. O güne kadar dinden uzak
geçirdikleri hayatlarında yaşadıkları sıkıntılar, hastalıklar, sorunlar
kendilerine bir ders ve ibret vesilesi olmalıdır.
Ancak cahiliye toplumunda tarif ettiğimiz “yaşlı
karakteri”ne sahip insanlar genellikle bunların hiçbirini yapmaz, aksine
daha isyankar, laf anlamaz tavırlara yönelirler. Sonuçta ortaya çıkan
bu “yaşlı karakteri”nin başlıca özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:
Alınganlık ve Acındırma Yöntemleri
Yaşlanan insanların çoğu hem maddi hem de manevi
yönden başkalarına bağımlı bir hayat sürerler. Bağımlı oldukları
kimseler de çoğunlukla çocukları, torunları ya da diğer yakın
akrabalarıdır. Bu kişilerin yaşlılara bakış açıları ise o kadar da
olumlu değildir. Kişilik olarak iyi bir insan olarak tanınsalar da,
yaşlıları genellikle bir ayak bağı ve külfet olarak görürler. Çünkü
yaşlanmanın getirdiği sağlık sorunları maddi ve manevi bir bakım
gerektirir. Yaşı ilerlemiş insanlar çoğunlukla bu imkansızlıklarından
dolayı tek başlarına ayrı bir evde yaşayamazlar. Ancak çocukları,
torunları veya akrabaları da özenli bakılması gerektiği için yaşlı bir
insanı sürekli olarak evlerinde barındırmak istemezler.
Aslında bu duruma kendilerinin sebep olduğunu
söylemek yanlış olmaz. Çünkü kendileri de cahiliye ahlakını benimsemiş,
tüm yaşamları boyunca Allah’tan ve O’nun dininden uzak yaşamışlardır.
Çocuklarına, torunlarına da böyle kötü bir ahlakı benimsetmişler;
onlarıAllah’ın emrettiği güzel ahlak yerine cahiliye ahlakıyla
yetiştirmişlerdir. Bunun sonucu da onlara yaşlılık yıllarında büyük bir
zarar olarak geri dönmektedir; cahiliye sistemi içinde yaşayan çocukları
gözlerini bile kırpmadan onları reddedebilmekte, zalim bir tavır
gösterebilmektedir. Eğer yanlarında kalmalarına razı olsalar bile,
zorunluluk nedeniyle evlerine aldıkları bu insanlara gösterdikleri
tavırlar olumlu olmaz.
İşte bu isteksizliğin farkında oldukları için
yaşlılarda gelişen en önemli özelliklerden biri alınganlıktır. Sadece
zorunluluk nedeniyle yaşadıkları eve kabul edildiklerini bildikleri için
evdeki diğer kişileri mümkün olduğunca az rahatsız etme isteği
içerisindedirler. Ancak yine de için için büyük bir haksızlığa
uğradıklarını düşünürler; onlar tüm ömürleri boyunca çocuklarına bakmak,
onları en iyi şartlarda yetiştirmek ve hep onları mutlu etmek için
harcamışlardır. Ancak gösterdikleri tüm bu fedakarlıkların sonucunda
karşılık buldukları tavır ise sadakatsizliktir. Aslında bir anlamda
onlar tüm bu yatırımları bir gün yaşlanacakları ve bu insanların
bakımına muhtaç kalacakları düşüncesiyle yapmışlardır. Ama gördükleri
karşılık çok daha farklı olur. İşte bu karşılık nedeniyle haksızlığa
uğradıklarını düşünerek her an alıngan olurlar.
Bu ruhun dışa vurumu olarak da sürekli karşı tarafın
rahatsızlığının farkında olduklarını hissettirecek şekilde imalı
konuşmalar yaparlar. Bu kimselerle rahat bir diyalog kurmak mümkün
olmaz. Herşeyden bir anlam çıkartır ve bu anlam doğrultusunda ilginç
cevaplar verirler. “Korkmayın size yük olmam” şeklinde sitemlerde
bulunurlar. Söz gelimi ikram edilen yiyecekleri ya hiç yemez ya da çok
az bir parça alırlar. Kimi zaman evdeki yemeklerin kendilerinden
saklandığını düşünerek, dolaptaki yemeklerden kimseye göstermeden
kaçamak bir şekilde yerler. Ya da kendilerine dinlenmeleri için bir oda
verildiğinde “gerek yok ben şu kanepenin ucuna kıvrılırım” gibi
şaşırtıcı tekliflerde bulunurlar. En ufak bir sözden küser, eşyalarını
toplayıp gitmeye hazırlanırlar. Aslında gidecek başka bir yerleri de
yoktur. Ama sırf kendilerini acındırmak ve karşı tarafı pişman etmek
için böyle bir tavır sergilerler. Kendilerine bir hediye alındığı zaman
bile bundan alınacak birşey bulurlar. Onlara hediyenin ya en ucuzunun
alındığını, ya da herkese alınmışken onlar da aradan çıksın diye
alındığını düşünürler.
Eve gelen misafirlere mümkün olduğunca
istenmedikleri, ezildikleri ve iyi bakılmadıkları imajını vermeye
çalışırlar. Hatırları sorulduğunda ise mutlaka pek iyi olmadıklarını
ifade edecek konuşmalar yaparlar. Böylece kendilerine acınacağını,
sempati duyulacağını ve daha fazla ilgi görebileceklerini düşünürler.
Misafirlerde bu yönde bir kanaat gelişir belki, ancak evdeki diğer
kişiler tarafından bu tavırları kızgınlıkla karşılanır ve onlara bakma
konusundaki isteksizlikleri daha da artar.
İlgi Çekmeye Çalışmaları
İlgi çekmeye çalışmak cahiliye toplumunda kadın erkek
tüm yaşlılara has bir özelliktir. Ancak onlarda gelişen bu karakterin
en önemli sebebi yine cahiliye sisteminin çarpıklığıdır. Aralarındaki
sevgi anlayışı, ahlaklarına ve imanlarına yönelik değil de çıkar
ilişkilerine dayalı olduğu için, menfaatlerin son bulduğu noktada
sevgileri ve ilgileri de son bulur. Bu durumda artık menfaat sunamayacak
konuma gelen yaşlılar da bu sevgiyi ve ilgiyi elde etmenin farklı
yollarını aramaya başlarlar. Ancak onlar da bunu kendilerini gerçekten
sevdirecek özellikler ve tavırlar sergileyerek değil, cahiliye
sisteminin çirkin yöntemleriyle elde etmeye çalışırlar. Bu da karşı
tarafta bir sevgi oluşturmadığı gibi, aksine başvurulan ahlak dışı
yöntemlerden dolayı tam tersi bir etki meydana getirir.
Yaşlıların ilgi çekmek için başvurdukları bu
yöntemlerden biri sürekli olarak hastalıklarını dile getirmek, ne kadar
acı çektiklerini, ne kadar zor durumda olduklarını anlatarak kendilerini
acındırmaktır. Allah’a tevekkül etmedikleri ve içinde bulundukları
duruma şükretmedikleri için hastalıklarından sürekli yakınırlar. Bu
anlattıklarında gerçek payı da olmakla birlikte, çoğu zaman karşı
tarafta etki uyandırabilmek için durumu abartabilir ya da hiç çekinmeden
yalan söyleyebilirler. Hasta oldukları düşünüldüğünde daha fazla ilgi
ve hoşgörü görebileceklerine inanırlar. Bu durum gerçekten de karşı
tarafın merhametini harekete geçirir, ama durumu abarttıklarını
bilmeleri de bir yandan onları kızdırır. Yine de asıl istediklerinin
ilgi olduğunu bildiklerinden bu karşılığı verirler, ama bu da tatmin
edici olmaz. Yaşlılar dikkatin sürekli olarak kendi üzerlerinde olmasını
isterler.
Bu nedenle bazen de yüzlerini asıp bir kenarda
oturur, yemek yemez, konuşmazlar. Amaçları kendilerine tüm bunların
sebebinin sorulması ve böylece nazlanmalarıdır. Sorulduğunda birşey
olmadığını söyler ve karşı tarafı mümkün olduğunca uğraştırırlar. Çünkü
yanıt ne kadar zor alınırsa, ilgi o denli artmış olacaktır. Bazen de
evin ücra bir köşesine gidip saatlerce oradan çıkmaz ve merak uyandırmak
isterler. Oturdukları yerde ellerinde mendilleriyle sessizce ağlar ve
sorulduğunda da “yalnızlıkları” ya da “seven kimseleri olmadığı için”
ağladıklarını söylerler. Bunun üzerine karşı taraf “biz varız ya”
diyecek, sevgi gösterecek ve gönlünü alacaktır.
Eğer tüm bunlarla tatmin olamazlarsa bu durumda da
konuşmalarıyla beklentilerini ifade etmeye çalışırlar. Cahiliye
toplumunda artık sloganlaşmış ve ne anlama geldiği tüm toplum tarafından
bilinen sözlerle birtakım imalarda bulunurlar. Söz gelimi fazla ilgi
görmedikleri bir ortamda bir anda “istenmediğim yerde kalacak değilim”,
“gidecek yerim olsa sizi rahatsız etmezdim”, ya da “beni huzur evine
gönderin, daha rahat edersiniz” gibi ifadelerde bulunurlar. Bu sözlerin
çoğu sırf kendisine gösterilen ilginin artmasını sağlayabilmek içindir.
Oysaki tüm bu tavır, üslup ve basit taktiklere
harcayacakları emeği güzel tavırlarda bulunmak için harcamış olsalar
belki de istedikleri sevgi ve ilgiyi göreceklerdir. Ancak bunu çirkin
tavırlara başvurarak elde etmeye çalışmaları, istedikleri sonuca bir
türlü ulaşamamalarına neden olur.
Söz Dinlememeleri
Yaşlıların tüm toplum tarafından bilinen bir başka
dikkat çekici özelliği daha vardır; söz dinlememeleri. Konu her ne
olursa olsun hep kendi bildiklerini yapmak isterler. Başkalarının
sözlerine asla güvenmez, söylenenlerin altında mutlaka bir kasıt
ararlar. Örneğin hastalıkları nedeniyle bazı yiyeceklerin
dokunabileceği, dolayısıyla yememeleri gerektiği söylendiğinde, bunun
sadece o yemekten yememeleri için uydurulmuş bir yalan olduğuna
inanırlar. Bu nedenle de kendilerine tavsiyede bulunanların hem
sözlerini dinlemez hem de bir yemeği bile kendilerinden esirgediklerini
düşünerek darılırlar.
Ancak bu huyları bu kadarla da sınırlı kalmaz ve kimi
zaman oldukça tehlikeli boyutlara ulaşır. Söz gelimi kendi
hastalıklarını kendileri tedavi etmek ister, doktora gitmeyi kabul
etmezler. Ya da doktorun verdiği ilacı kullanmayı reddeder, bunun yerine
kendi bildikleri eski bir ilaç ya da karışımı kullanmaya kalkışırlar.
Akıllarına ve tecrübelerine çok güvenir, gençlerinse hiçbir şey
bilmediklerine inanırlar.
Düşüncesiz Tavırları
Tüm yaşantılarını dinden uzak geçirmiş olan bu
insanlar, yaşlı kimliğine sığınarak cahiliye toplumunun kötü bir
alışkanlığı olan düşüncesizliğe makul bir zemin hazırlamaya çalışırlar.
Yaşlı olmanın birtakım ahlaki bozuklukları mazur göstereceğine
inanırlar. Zaten toplumun diğer bireyleri de bu durumu kabullenmiştir.
Bu nedenle “yaşlıdır, kusuruna bakmayın, lafını sözünü bilmiyor işte”
deyip geçiştirirler. Oysaki bu ahlak bozukluğu yaşlılar tarafından
tamamen şuurlu ve kasıtlı olarak yapılmaktadır. Kendi çıkarları söz
konusu olduğunda her türlü detayı akledebilen ve kendilerine yönelik her
türlü eksikliği ya da kusuru fark edebilen bu kimselerin patavatsızlığı
da kuşku yok ki bilinçli bir tavırdır.
Nitekim patavatsızlığı ne zaman yapacaklarını, hangi
sözü söyleyeceklerini ve kime imada bulunacaklarını çok iyi bilirler.
Neredeyse konuşmalarının büyük çoğunluğunda bu yöntemi kullanırlar. Düz
ve normal sohbet ettikleri anlar çok nadirdir.
Söz gelimi hasta olduklarında neden hastalandıkları
sorulacak olursa “uzun süredir et yemedim de ondan”, “yattığım oda çok
soğuk da”, ya da “çok yoruluyorum da ondan” gibi imalı cevaplar
verirler.
Bazen de küçük intikam alma yolları peşinde koşarlar.
Örneğin bir misafir geldiğinde özellikle evdekileri küçük düşürecek bir
konuyu gündeme getirir, aile sırlarından bir kısmını ortaya döker, en
olmayacak şeyleri herkesin ortasında söylerler. Ancak sonra da
yaşlılığın arkasına sığınarak farkında değilmiş gibi yapar, üzgün
olduklarını söyleyerek geçiştirirler. Oysaki işin aslı oldukça bilinçli
bir plana dayanır. Kendilerini kızdıran birinden intikam almanın en
kolay yolunun patavatsızlıkla onları küçük düşürmek olduğunu bilirler.
Dünyaya Olan Bağlılıkları
Cahiliye insanları yaşlılığın getirdiği acizlikleri
ve zorlukları açıkça gördükleri halde yine de ibret almaz ve dünya
hayatına olan bağlılıklarından taviz vermezler. Ölüme bu denli
yaklaştıkları halde, yine de ölümü kendilerine yakıştırmazlar.
Dostlarının birer birer öldüklerine şahit olur, ama yine de hiç
ölmeyecekmiş gibi davranırlar. Hala para biriktirmeye, geleceklerini
garanti altına almaya çalışırlar. Bir gün kimsesiz ve parasız kalma
endişesiyle yaşar, bir kenarda sürekli yiyecek, giyecek ya da para
saklarlar. Ancak dünyada zor durumda kalmaktan bu kadar korktukları
halde, ahirette ne yapacakları konusunu hiç düşünmezler. Ahiret için
hiçbir hazırlık yapmaya gerek duymazlar. Oysaki insanın asıl hayatı
ahirettir ve asıl hazırlık yapılacak yer de ancak ahiret hayatıdır.
Kuran’da bize bu konu şöyle haber verilir:
Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir
oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret
yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?(Enam Suresi, 32)
Bu gerçeğe kesin olarak iman eden müminlerin yaşlılık
dönemleri ise çok farklı olur. Onlar zaten tüm yaşamlarını Allah’ın
hoşnutluğunu kazanmak üzerine kurmuşlardır. Zaman geçtikçe ahirete,
Allah’ın izniyle sonsuz cennet hayatına yaklaştıklarının şevki
içindedirler. Bu umut dolu bekleyiş sebebiyle son derece neşeli,
huzurlu, güzel ahlaklı bir karakter gösterirler. Çevrelerindeki
insanlara sorun çıkarmaya değil, aksine onların sorunlarını çözmeye,
onlara Kuran ahlakını öğretmeye, Allah’ın hoşnut olacağı bir karakter
kazandırmaya çalışırlar. Fiziksel olarak güçsüz duruma düşseler de,
zihinsel olarak sürekli çalışır ve çevrelerine fayda getirmeye yönelik
bir faaliyet içinde olurlar.
Onların bu üstün ahlaklı tavırları çevrelerinde de
büyük bir sevgi ve saygı uyandırır. Hem etraflarındaki insanlara güzel
ahlakı öğrettikleri hem de kendileri son derece güzel ahlaklı oldukları
için her zaman saygı dolu tavırlarla muhatap olurlar. İman edenlere,
yaşça ilerlemiş kişilere hürmetkar olmaları tavsiye edilmiştir. Allah
bir ayetinde şöyle emretmiştir:
Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve
anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi
senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: “Öf” bile deme ve onları
azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük
kanadını ger ve de ki: “Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye
ettilerse Sen de onları esirge.” (İsra Suresi, 23-24)
Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik… (Ankebut Suresi, 8)
Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle
davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında)
taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. “Hem bana, hem
anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır.” (Lokman Suresi, 14)
Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın
komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ
ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her
büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder