Cahiliye toplumu bireylerinin önceki bölümlerde
anlatılan inanç bozuklukları doğrultusunda Kuran’dan uzak bir hayat
sürmeleri, onları hayatlarının her safhasında büyük yanılgılara ve
zorluklara sürükler. Bu yanılgılardan en şiddetlisini ise kuşku yok ki
kendi üzerlerinde yaşarlar. Çarpık mantık örgüleri ve Kuran’a uymayan
değerlendirmeleri nedeniyle bu toplumda gelişen karakterlerin istisnasız
hiçbiri huzura ve mutluluğa ulaşamaz.
Cahiliye insanlarının daha çocukluk yıllarından
itibaren kendilerine model olarak seçtikleri birileri mutlaka vardır.
Büyüdüklerinde hep onlar gibi olmayı hedefler, onların tavırlarını ve
yaşam tarzlarını taklit etmeyi akıllarına koyarlar. Bu, kimi zaman
anneleri babaları, büyük ablaları ya da ağabeyleri, kimi zaman da yakın
çevrelerinden tanıdıkları bir ahbapları, komşuları ya da televizyon
kanalından görüp beğendikleri biri olabilir. Özenilen bu kimlik, kişinin
yaşadığı ortama, hayat şartlarına, semte ve kültür düzeyine göre
farklılıklar gösterir. Kimi en mükemmel yaşam biçiminin asi ve sorumsuz
bir yapı ile elde edileceğine inanırken, kimisi de yine çevresinden
aldığı telkinlerle en geçerli kişilik yapısının ancak kibirli ve soğuk
bir yapı gösterilerek elde edilebileceğine inanır.
Ama özendikleri bu modele ulaştıklarında olayın hiç
de dıştan göründüğü gibi olmadığını anlarlar. Bundan sonra da tüm
yaşamlarını gerçek anlamda ruhlarını tatmin eden bir hayatı aramakla
geçirirler. Ama bu arayışın sonu gelmez. Yaşları ilerleyip, hayat
şartları ve çevreleri değiştikçe, özendikleri kimlikler de değişir. Moda
olan her stilden, ortaya atılan her yeni akımdan etkilenir ve
aradıkları huzuru bir ihtimal bu karakterlerde bulabileceklerini umarak
bunları da bir bir denerler. Cahiliye insanlarının yaşadığı bu kimlik
arayışı ölümlerine dek sürer. Ama bir türlü rahat ettikleri ve
yaratılışlarına uygun olan karakteri ve yaşam tarzını bulamazlar. Çünkü
denedikleri her sistem, yine ancak cahiliye inancının bir ürünüdür.
Kimileri de belli bir yaştan sonra, belirli bir
karakteri muhafaza ederler. Ama bu, onların aradıkları modeli bulup
mutlu bir hayat yaşamalarından kaynaklanmaz. Aksine sorunun cahiliye
sistemi içerisinde çözümsüz olduğunu anlayıp, durumlarını kabul
etmelerinden kaynaklanır.
İşte ilerleyen sayfalarda cahiliye toplumlarında
hakim olan bu karakterler genel anlamda sınıflandırılarak tanıtılmaya
çalışılacak ve bu kimselerin nasıl zor bir hayat yaşadıkları ortaya
konulacaktır. Bu önemli gerçek vurgulanırken, bir yandan da açmazda olan
cahiliye karakterleri ile mümin karakteri arasındaki dev fark
görülecektir. Böylece cahiliye sistemini yaşayan insanların her ne yolu
denerlerse denesinler büyük bir “kayıp” içerisinde oldukları ve bu
kayıptan kurtulmalarının tek çözümünün mümin ahlakını yaşamak olduğu bir
kez daha hatırlatılacaktır.
Ancak bundan önce önemli bir noktayı hatırlatmakta
fayda vardır: Burada ortaya konulan insan karakterleri cahiliye
toplumlarının genel ortalamasını temsil etmektedir. Elbette ki toplumda
çeşitli sebeplerden dolayı bu genellemelere uygunluk göstermeyen istisna
kişiler de vardır. Böyle kişiler belirli şartlar altında olup da, o
şartların gerektirdiği karakter yapısının hiçbir özelliğini
taşımayabilirler. Bu nedenle cahiliye insanlarının tümünün bu anlatılan
karakterleri benimsediğini söyleyemeyiz. Burada asıl dikkat çekilmek
istenen de bireyler değil, toplumun geneline hakim olan ve cahiliye
sisteminin çarpıklığını ifade eden karakter yapılarıdır.
CAHİLİYE TOPLUMUNDA KADIN KARAKTERLERİ
Cahiliye toplumunda her insanın yaşaması gereken
karakter ve yaşam tarzı kalıpçı gelenekler doğrultusunda önceden
belirlenmiştir. Söz gelimi çocuk, her ne kadar daha olgun bir karaktere
sahip olsa da, çocuk gibi davranmalıdır. Kendisinden beklenen tavırlar,
konuşmalar, günlük yaşayış şekli bellidir. Bunların aksine bir davranış
ise yadırganır.
İşte “kadın karakteri” de aynı şekilde kadınlar için
toplum tarafından seçip beğenilen karakterin adıdır. Cahiliye toplumu
kadınları bu kimliği kabul etmiş ve bu ana karakter içerisinde alt
karakterler geliştirmenin ötesine gidememişlerdir. Oysaki cahiliyenin
belirlediği kadın karakteri baştan sona büyük çarpıklıklarla doludur.
Bu çarpıklıklardan en önemlisi kuşku yok ki, kadının
beden olarak erkekten güçsüz olması nedeniyle, karakter olarak da zayıf
olması gerektiği şeklindeki inançlarıdır. Kız çocuklarını, daha çok
küçük yaşlardan itibaren bu telkinle yetiştirirler. Cahiliye toplumunun
kendilerine uygun gördüğü karakteri sorgusuz sualsiz kabul eden kadınlar
da bu telkinin etkisiyle gerçekten de zayıf bir kişiliğe bürünürler.
Kendilerini, asla bir erkek gibi güçlü ve dayanıklı olamayacaklarına
inandırmışlardır. Onlar hiçbir zaman için sığınılan, koruyan, kollayan
konumunda olmayı düşünmemişler, çocukluklarından itibaren her zaman
kollanan, korunan ve bakılan bir kişilik göstermişlerdir. Zayıf bir
karakterin getirdiği duygusallık, ağlama, küsme gibi tavırları
uygulamayı makul karşılamışlardır. Bu karakter cahiliye toplumunda
gelenekleşmiş, doğal karşılanan bir yapı haline gelmiştir. Kadınlar
kendilerine uygun görülen bu modeli, bunun üstünde bir kişiliğe ihtiyaç
duymayacak derecede benimsemişlerdir.
Cahiliye toplumunun bu karmaşık sisteminin yanında
Kuran’da gösterilen yol ise en sade, en kolay ve en mükemmel olanıdır.
Mümin olan bir kimse için kadın ya da erkek karakteri gibi bir ayrım söz
konusu değildir. Bu nedenle kadın, kadın kimliğinden önce Müslüman
kimliğini taşır. Karakterini cinsiyetine göre değil, Kuran’a göre
belirler. Kuran kadına, erkeğe, çocuğa ya da yaşlıya ayrı bir karakter
yüklemez. Mümin, cinsiyeti, yaşı ya da aldığı telkinler her ne olursa
olsun mutlaka Kuran’da belirtilen tek bir karakteri yaşar. Bu bilinci
alan mümin kadın da güçlü, dengeli ve üstün bir karakter geliştirir.
Mümin kadının bu karakteri ile, cahiliye
geleneklerinin etkisinde gelişen “kadın karakterleri” kıyaslandığında,
Kuran ahlakıyla şekillenen bu üstün kişiliğin farkı açıkça ortaya çıkar.
EV KADINI KARAKTERİ
Bu karakter, her kız çocuğunun, çocukluk yıllarından
itibaren özendiği ve bir gün mutlaka yaşamak istediği bir modeldir. Bu
konuda onlara örnek teşkil eden en yakın insan da kuşkusuz anneleridir.
Annelerini ve çevrelerindeki diğer kadınları gözlemlemeleri sonucunda,
yetişkin bir kadının nasıl bir kişilik sergileyeceği, hayatını hangi
idealler üzerine kuracağı ya da günlerini nasıl geçireceği konusunda
çocukların akıllarında yavaş yavaş bir model şekillenmeye başlar. İyi
bir evlilik yapabilmek, güzel bir ev sahibi olup, sağlıklı çocuklar
dünyaya getirmek, bir yandan akraba ve arkadaş ziyaretleri, kadın kadına
yapılan çay toplantıları bir yandan çocukların yetiştirilmesi,
alışveriş, ev temizliği, ve daha pek çok meşguliyet bu modelin temel
karakter yapısını oluşturur.
Bir insanın eviyle ilgilenmesi elbette ki kötü ya da
kınanacak bir davranış değildir. Ancak insanın tüm dünyasının sadece bu
dört duvarla sınırlı olması ve ideallerinin, zevklerinin,
alışkanlıklarının, sorunlarının ve ufkunun da yine aynı dört duvar
arasına sıkışmış olması, Kuran’da bildirilen gerçek amacını unutması
yanlıştır. Nitekim bu kimseler yaşadıkları mekan ile birlikte
düşüncelerini de sınırlar ve küçük bir dünyada yaşamaya başlarlar. Küçük
hedefleri, küçük amaçları, küçük beklentileri, küçük hesapları olur.
Kuran’da tarif edilen, Allah’a karşı kulluk görevini en iyi biçimde
yerine getiren, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak tavır ve
davranışların en çoğunu yapmayı hedefleyen, sürekli Allah’a yönelip
dönen, devamlı ahiret yurdunu anan mümin modelinden tamamen uzak bir
karaktere sahip olurlar.
En önemli konuları kendileri, aileleri, çocukları ve
geleceğe yönelik planlarıdır. Orta halli bir ailede bu planlar kira
ödemekten kurtulup ev sahibi olmak, elektrik, su faturasını ya da
çocuklarının okul masraflarını karşılayabilmek, hatta belki bir gün
biraraba sahibi olmak ya da evin eşyalarını yenilemek olabilir. Ancak
daha iyi şartlarda yaşayan bir ev kadınının idealleri de en az bunlar
kadar sınırlıdır. Bu kimselerin planları da yine aynı şekilde evleri,
aileleri ya da çocukları üzerine kurulmuştur. Arkadaşları arasında
evinin güzelliğiyle, çocuklarının hangi kolejlerde okuduklarıyla ya da
eşlerinin kendilerine aldığı arabayla sükse yapabilmek, bu kimselerin
hayatlarına anlam katan en önemli konulardır.
Cahiliye kadınlarının burada yaptıkları en büyük
yanlışlardan biri ise, sıralanan bu birkaç küçük zevk dışında yüksek bir
ideal edinmemiş olmalarıdır. Yoksa yaşadıkları bu hayatı yüksek bir ruh
ve büyük idealler üzerine kurmuş olsalar, hatta aynı şartlarda dahi
bulunsalar bu karakterde sıkışıp kalmazlar. Bunun en güzel örneklerini
mümin kadınlarda görmek mümkündür.
Allah’a iman eden bir insanın kadın olsun, erkek
olsun ufku geniş, idealleri büyüktür. Mümin karakterini taşıyan bir
kadın sadece evinin, ailesinin ya da akrabalarının değil, tüm dünyanın
sorumluluğunu üstlenmiştir. Gerektiğinde o da dört duvar arasında
oturabilir, ev işi yapıp arkadaş toplantıları düzenleyebilir, ama
düşüncelerini, hedeflerini ya da yükümlülüklerini asla bu mekan ile
sınırlamaz. Küçük hedeflerin peşinden koşan küçük bir insan olmayı
kesinlikle kendisine yakıştırmaz ve kabullenmez. Oturduğu yerden tüm
dünyanın sorunlarına çözümler arar, fikirler geliştirir, kilitlenen
noktaların açılmasını sağlar ve en önemlisi de tüm bunlardan kalıcı
sonuçlar elde eder.
Neden ev kadını olmaya özeniyorlar?
Ev kadını denince herkesin gözünde belli bir insan
tipi canlanır. Sabahları erkenden kalkıp, kocasını ve çocuğunu
uğurlayan, evi toplayıp temizleyen, kocasının ve çocuklarının
çamaşırlarını yıkayan, ardından akşam yapacağı yemeği düşünen ve gününün
çoğunu da mutfakta yemek yaparak geçiren bir kadın… İşte klasik olarak
herkesin ev kadını denince aklına gelen özellikler bunlardır.
Aslında bu rutin alışkanlıkların hiçbirinin
özenilecek ve tercih edilecek bir yönü yoktur. Peki nedir bu hayat
şeklini onlara bu denli cazip kılan şey? Sadece gelenek olduğu için mi
özenirler? Yoksa hayatlarına bir renk katmak için mi?
Bu seçeneklerin hepsi de doğrudur. Ancak bu hayatı
son derece cazip görmelerinin sebepleri bu kadarla da sınırlı değildir.
Bu sebepler kişilere, şartlara göre değişkenlik göstermekle birlikte
genellikle çoğu kişi için ortak birkaç başlık altında toplanır.
Bunlardan en önemlilerinden biri, genç kızların
evlilikle birlikte kişisel özgürlüklerini elde edeceklerine olan
inançlarıdır. Senelerce ailelerinin gözetiminde ve onların koymuş olduğu
kurallar altında yaşayan gençler bu baskıdan kurtulmanın en kısa ve en
kolay yolunun evlilik olduğunu düşünürler. Bu nedenle de çoğu zaman
uygun buldukları ilk insanla evlenirler. Yoksa cahiliye kadınları bir
yandan özenmekle birlikte diğer yandan da evliliğin getireceği zor
şartların farkındadırlar. Ama sadece kendilerinin söz sahibi olup, kendi
kurallarıyla diledikleri gibi yaşayacakları bir hayatın özlemi bu
zorluklara aldırmamalarına neden olur.
Artık kimse onlara karışmayacaktır; canları istediği
zaman iş yapacak, istedikleri yere gidecek ve tüm bunlar için hiç
kimseye hesap vermeyeceklerdir. Ancak elbette ki tüm bunlar sadece bir
temenni niteliğindedir. Gerçek hayatta olaylar çok daha farklı gelişir.
Evlilikle birlikte kadınların üzerine daha önce belki de hiç
ilgilenmedikleri konularda hem maddi hem de manevi açıdan pek çok
sorumluluk biner. Ayrıca artık kendi kurallarıyla yaşamaları ya da özgür
hareket etmeleri gibi bir durum da söz konusu olmaz. Çünkü cahiliye
sisteminde genellikle eve hakim olan taraf erkektir ve kadının tüm
hayatını kendi kuralları ve kendi inançları doğrultusunda yönlendirir.
Dolayısıyla değişen pek bir şey olmaz. Ailelerinin yerini artık eşleri
almıştır.
Ev kadınlığına özenmelerinin altında yatan bir başka
önemli sebep de evliliğin sağlayacağı maddi imkanlardır. Özellikle de
orta halli ailelerin kızları için evlilik, hayatlarının akışını
değiştirebilmek için en önemli fırsat olarak değerlendirilir. Öyle ki,
çoğu zaman genç kızlar aileleri tarafından “mantık evliliği” yapmaları
konusunda uyarılır ve teşvik edilirler. Bu durumda genç kızın evlilikte
ölçü alması gereken tek kriter para ve zenginlik olur. Ahlakından,
tavrından ya da kişiliğinden hoşlandıkları bir insanla evlenmektense,
kendilerine iyi bir gelecek sağlayabilecek ya da en azından ailelerinin
içerisinde bulunduğu şartlardan daha iyi bir hayat sunabilecek birini
tercih edeceklerdir. Buna karşılık onlar da gerekirse hayatlarının
sonuna kadar erken kalkıp yemek yapmak, çocuk bakmak, çamaşır yıkamak,
ev temizlemek gibi işleri yapmayı göze alabileceklerdir.
Görüldüğü gibi, cahiliye kadınlarının çoğunun,
zorluklarına rağmen “ev kadını” modelini seçmelerinin altında yatan asıl
sebepler bu tür menfaatlerdir. Hem ailelerinin baskısından kurtulacak,
hem yaşam standartlarını artırarak kendilerine iyi bir gelecek
sağlayabilecek, hem de bu şartlardan ailelerini ve akrabalarını da
yararlandırabileceklerdir. Ancak ilk günlerde ağır basan bu menfaatler
nedeniyle cazip görünen ev kadınlığı bir süre sonra yerini, monoton ve
sıkıntılı hayat nedeniyle pişmanlığa bırakır.
EV KADINININ KİŞİLİĞİ
Yetiştiriliş tarzlarına, yaşadıkları çevreye, ahlak
özelliklerine ve sahip oldukları imkanlara göre değişiklik göstermekle
birlikte, yine de cahiliyedeki ev kadınlarının kişilik yapılarını genel
bir çatı altında toplamak mümkündür.
Cahiliye kadınları önceki bölümlerde de anlatıldığı
gibi, zaten toplumun kendilerine empoze ettiği karakterin etkisi
altındadırlar. Çocukluklarından itibaren belki de binlerce ev kadını
görmüş ve onların tüm tavırlarını ve tepkilerini ister istemez
bilinçaltlarında muhafaza etmişlerdir. Kendileri aynı şartlarla karşı
karşıya kaldıklarında ise, bu birikimlerini farkında olmadan hayata
geçirir ve bir anlamda da kişiliklerine yön vermesine izin verirler. Bu
nedenle de cahiliyedeki ev kadını karakterlerinin büyük çoğunluğu ortak
bir yapı gösterir. Hepsi de önceki gözlemlerini ve tecrübelerini
hayatlarına geçirirler. Hatta üniversitede okuyan, canlı, geniş bir
arkadaş çevresi olan ve klasik genç kız karakteri taşıyan bir kişi bile
evlendiği günden itibaren bambaşka bir yapıya bürünür. Öyle ki bir hafta
önce son derece aktif, dışa dönük bir kişiyken birdenbire “evinin
kadını” havasına girerek, eski arkadaşları tarafından tanınmayacak bir
kişiliğe bürünebilir.
Onlara bu kişiliği kazandıran asıl etken ise
cahiliyenin evlilik sistemindeki bozukluklardır. Bu, ev kadınlarının
kişiliğini incelerken göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir
konudur. İlerleyen sayfalarda detaylandıracağımız bu kişiliğin
şekillenmesinde, yaşanılan evliliğin bir “cahiliye evliliği” ve karşı
tarafın da yine cahiliye toplumunun bir mensubu olmasının büyük etkisi
vardır.
Tüm bunların etkisiyle, ortaya cahiliye sisteminin
tüm çarpıklıklarını üzerinde barındıran bir kişilik çıkar. Ancak şunu da
eklemek gerekir ki, cahiliye toplumu bu çarpıklıkları yadırgamaz ve
bunları olumsuz karakter özellikleri olarak değerlendirmez. Aksine
bunların bir çoğunun makbul tavırlar olduğunu düşünürler. Çünkü bu
kişilere bu karakterleri zaten içinde bulundukları toplum belirlemiştir
ve kendi uygun gördükleri modeli beğenmeleri ve bunda hiçbir çarpıklık
görmemeleri de çok doğaldır.
Duygusal olmaları
Cahiliye kadınlarının hoş karşıladıkları
özelliklerden biri de Kuran ahlakına taban tabana zıt olan
duygusallıktır. Duygusallığın kadını tamamlayan ve hatta ona önemli
ölçüde renk katan bir yapı olduğuna inanırlar. Cahiliye toplumunun
kadından beklediği karakter de zaten bunu gerektirir. Onlara göre kadın
her zaman için sığınan, kollanan ve güçsüz olan konumda olmalıdır.
Ev kadınları bu telkinlerin de etkisiyle zorlukla her
karşılaştıklarında duygusal bir havaya girmekten hiç çekinmezler. Bunu
bir zayıflık olarak görmez, aksine bu şekilde kendilerine şefkat
duyulacağını ve ilgi gösterileceğini düşünerek kendilerini duygusallığa
daha da kaptırırlar. Zaten bu yapıları çevreden de teşvik görür.
Cahiliye sisteminde duygusallaşan bir insana gerçekten de sempati
duyulur ve böylece bu tavrı uygulayan kişi istediği sonuca ulaşmış olur.
Bunun yanında cahiliye kadınında görülen daha
şiddetli bir duygusallık türü vardır ki, bu artık kasıtlı olarak yapılan
ve menfaat elde etme amacını aşmış, kişinin tüm karakterine hakim
olmuştur. Yaşadığı huzursuz ortamdan ve bunun yanında Allah’a ve kadere
teslim olmamasından kaynaklanan bu duygusallık şekli kadının tüm
hayatına yansır. Öyle ki, duygusal bakış açıları nedeniyle asla sağlıklı
düşünemez, akılcı kararlar alamaz ve mantıklı hareket edemezler.
Olayların hep olumsuz yönlerini görür, hep ezildiklerini düşünür, hatta
bu konuda kafalarında duygusal senaryolar kurarak bu ruh haline daha
geniş çaplı bir zemin hazırlar. Evliliğe yönelik hayallerinin
bekledikleri gibi gerçekleşmemiş olması, ilk günlerdeki heyecanlarını,
sevgilerini ve saygılarını kaybettiklerini görmüş olmanın verdiği hayal
kırıklığı onları bu ruh haline yöneltir. Bunun bir dışa vurumu olarak da
sürekli gözleri dolan, hüzünlenen, mutsuz bir karakter geliştirirler.
Söz gelimi özenle hazırladıkları yemekler hakkında tek bir iltifat
gelmemesi, yeni alınan bir kıyafetin fark edilmemesi ya da isteklerinin
yerine getirilmemesi hemen duygusallaşmalarına neden olur. Yanlışlıkla
söylenen bir söz, bir espri hatta çoğu zaman tek bir kelime bile
akıllarına takılması ve duygusallaşmaları için yeterlidir. Gün boyu bu
olayı unutamaz ve zihinlerinde sürekli olarak bu konuya dair çıkarımlar
yaparlar. Oysaki ortada hiçbir şey yoktur ve hatta belki de karşı taraf
kullandığı bu kelimenin farkında bile değildir. Ama duygusallığı
kişiliğinin bir parçası olarak benimsemiş olan cahiliye kadınlarının
muhakemesi, bunu göremeyecek derecede zayıftır.
Bunun bir sonucu olarak cahiliye kadınlarının
hayatlarına hakim olan bir diğer özellik de ağlamak olur. Evde
gerçekleşen her türlü olay onlar için bir hüzün ve ağlama vesilesidir.
Ailevi geçimsizlikler, çocukların büyütülmesinde karşılaşılan zorluklar
ve bunlar gibi pek çok sebep, bu ahlakın yaşanması için onlara uygun bir
zemin oluşturur. Özellikle de çocukları büyümeye başladıkça, eşleri
tarafından ikinci plana atıldıkları izlenimine kapılır ve çocuklarına
her öncelik tanınışında bir yandan sevinir, bir yandan da kendileri
adına üzülerek duygusallaşırlar. Hatta bu yapıdaki insanlar duygusal
olma konusunda o kadar ısrarlıdırlar ki, bulundukları ortamda sıkıntı
verici bir şey olmasa bile ağlayacak, üzülecek bir konu bulabilirler.
Örneğin televizyonda seyrettikleri bir dizide rol gereği ölen bir
insanın ardından dakikalarca gözyaşı dökebilir veya 10 sene önce
arkadaşlarıyla dinledikleri bir müziği duyduklarında aniden duygulanıp
ağlamaya başlayabilirler.
Yaşadıkları bu ahlak cahiliye kadınlarının çok kısa
süre içerisinde hem ruhen hem de bedenen çökmelerine neden olur. Elbette
bu, Allah’ın, Kuran ahlakı yerine cahiliye hayatını seçmeleri nedeniyle
onlara verdiği bu dünyadaki bir karşılıktır. Allah Kuran’da insanların
ancak Kendisini andıkları, O’na teslim oldukları, ahirete hazırlık
yaptıkları sürece dünyada güzel bir hayat yaşayabileceklerini ve kalben
huzur bulabileceklerini haber vermiştir. Ancak burada tarif ettiğimiz
karakterdeki insanlar kendilerini yaratan sonsuz güç sahibi Allah’ı
unutmuş ve bundan dolayı da büyük bir sıkıntı içine düşmüşlerdir. Bu
dünyada sürekli üzülüp ağlayacak bir konu bulan bu insanlar
unutmamalıdırlar ki, Allah’a nankörlük ettikleri için ahirette de
sonsuza kadar hüsran içinde bir yaşam sürebilirler.
Alıngan olmaları
Cahiliyedeki ev kadını karakterinin belirgin
özelliklerinden biri de alınganlıktır. Bu kişiler bilinç altlarında pek
çok korkuyla yaşarlar. İkinci plana atılma, terk edilme, aldatılma gibi
korkular bunların başlıcalarıdır. Cahiliye sisteminin çürük bir temele
dayalı olduğunu bildiklerinden her an bir vefasızlık ile
karşılaşabileceklerini düşünürler. İşte bu nedenle de karşılaştıkları
her olayı, duydukları her sözü bu psikolojiyle değerlendirirler.
Söz gelimi evlilik yıldönümü, doğum günü vs. gibi
önemli bir günün, eşleri ya da çocukları tarafından unutulmuş olması
cahiliye kadınlarının alınganlıkları ve kaprisli tavırları için çok
uygun bir zemin oluşturur. Basit bir unutma vakası dahi olsa, bu olayın
altından anlam çıkarmaya çalışır ve artık sevilmediklerini,
önemsenmediklerini ya da ikinci plana atıldıklarını düşünerek alınganlık
hissine kapılırlar. Bu ruh halleri çoğu zaman büyük tartışmalara ve
gergin ortamlara neden olur.
Mümin bir kadının karakterinde ise, böyle bir ahlak
bozukluğu yoktur. O herşeyden önce Allah’ın emri dolayısıyla ne insanlar
ne de olaylar hakkında bir zanda bulunmaz. Ortada tam anlaşılmayan bir
söz ya da bir tavır varsa bunu mutlaka netleştirir, karşı tarafın
amacını ve niyetini öğrenir ve bu doğrultuda açık bir tavır koyar. Ama
hiçbir zaman için ne olduğunu tam anlayamadığı bir konu ya da bir söz
hakkında tahminlerde bulunarak bunlara dayalı alıngan bir davranış
göstermez. Zaten Kuran ahlakında alınganlık gibi bir kavramın yer
almadığını da bilir. Bunun yanında mümin bir kadının evliliği ya da
dostlukları da yine müminlerle olacağından zaten böyle şeylere sebep
verebilecek karmaşık bir durum da oluşmaz. Çünkü mümin karakteri,
sözlerin açık ve doğru konuşulmasını gerektirir. Allah imalı bir sözden
ya da cahiliye ahlakında yer alan “laf dokundurma” gibi bir ahlaktan
müminleri men etmiştir. Görüldüğü gibi, mümin kadın Kuran’a uyması
dolayısıyla böyle bir ahlak bozukluğunun etki etmediği son derece
huzurlu ve güvenli bir yaşam sürer.
Şikayetçi olmaları
Cahiliye kadınları, yaşadıkları sistemin ve kendi
karakterlerinin doğurduğu huzursuzluğu konuşmalarıyla da sık sık dile
getirirler. Cahiliye erkekleri tarafından da gündeme getirilen bu yapı,
başta kadınların kendilerine olmak üzere çevrelerindeki herkese büyük
bir sıkıntı verir. Bu tavrı herşeyden önce ev kadınlığının bir gereği
olarak benimsemişlerdir. Onlara göre gün boyu yemek yapıp, ev
temizleyip, çocuk bakan ve belki de tüm gençliğini, enerjisini bu uğurda
feda eden bir kadın için “söylenmekten” daha olağan bir şey yoktur.
Hatta kendilerince bu, onların en doğal hakkıdır ve çevreleri tarafından
da anlayışla karşılanmalıdır. Onlara göre, yaşadıkları evliliğin
monotonluğunu, hayatın sıkıntılarını, yorgunluklarını en çok tadan
kendileridir. Yine kendi düşüncelerine göre, evli oldukları kimseler bu
hayatın daha çok maddi yükümlülüklerini üstlenmişlerdir. Dolayısıyla da
kendileri söylenmeye, şikayet etmeye ve yakınmaya daha çok hak sahibi
olmalıdır. Bu nedenle kimi erkekler de, kendileri rahatsız olmakla
birlikte eşlerinin ancak bu şekilde deşarj olabileceklerini ve
sıkıntılarından ancak bu şekilde uzaklaşabileceklerini düşündükleri için
bu karakteri bir dereceye kadar kabullenirler. Ancak şunu belirtmek
gerekir ki, bu insanların şikayet etmeye pek hakları yoktur. Çünkü zaten
böyle bir yaşamı kendileri bilerek ve isteyerek seçmişlerdir. Ama yine
de kendi talepleriyle seçtikleri bu yaşantının her anında şikayet
etmekten vazgeçmezler.
Ev kadınlarında çok sık rastlanan ve artık doğal bir
hak olarak görülen bu şikayet alışkanlığı günlük hayatın her anında
kendini belli eder. Öyle ki, sergiledikleri bu tavırdan dolayı
evlerindeki ortam artık son derece sıkıntı verici bir hal alır. Küçük
büyük herşeyden şikayet etmek öyle bir alışkanlık haline gelir ki, artık
evde tek başına olduklarında bile kendi kendilerine söylenirler. Bir
yandan ters ve sert hareketlerle evi toplar, bir yandan da dağınıklıklar
kime aitse ona hoşnutsuzluk dolu sözler yağdırırlar. Hatta o anda
karşılarına ilk çıkan kişiye konuyla hiçbir ilgisi olmadığı halde
yakınmaya başlarlar.
Bu söylenme alışkanlıkları, tartışmacı bir karakteri
de beraberinde getirir. Küçücük bir konuyu bile hemen tırmandırır ve
büyük kavgalar çıkmasına neden olurlar. Zıtlaşmaya ve iddialaşmaya çok
açıktırlar. Her sözü tersten alır ve ters cevaplar verirler. Bu kimseler
ruhlarında yaşadıkları bu hoşnutsuzluk, hırçınlık ve gerilim nedeniyle
pek çok rahatsızlığa yakalanırlar. Baş ağrısı, mide ağrısı, uyku
bozuklukları ve kısa sürede ortaya çıkan yaşlanma alametleri bunların en
yaygın olanlarıdır. Tüm bunlar yaşadıkları sistemin çarpıklığından
kaynaklanmaktadır. İmansızlığın ve tevekkülsüzlüğün getirdiği bu ruh
halinden ve sıkıntılardan kurtulmanın ise tek bir yolu vardır: Kuran
ahlakına teslim olmak ve Allah’ın beğendiği şekilde bir hayat sürmek.
Yoksa bunun dışında hangi yol denenirse denensin çıkış imkanı bulunamaz.
Cahiliye kadınları da çoğunlukla çözümü doktor doktor
gezmekte, her yeni çıkan ilacı denemekte, psikolojik tedavi görmekte,
tatile çıkıp dinlenmekte ve kimi zaman da evliliklerine son vererek bu
hayattan tamamen uzaklaşmakta bulurlar. Ama bunlar köklü çözümler
değildir. Ahlaklarını ve inançlarını değiştirmedikleri sürece, şikayet
ettikleri konular, söylendikleri insanlar ya da yaşadıkları mekan
değişse de yaşanan hayat şeklinde hiçbir farklılık olmaz.
Tüm bu ahlak bozukluklarına karşılık mümin kadının
tavrı olumlu ve yapıcıdır. Örneğin “söylenme” gibi bir alışkanlığın
basit bir tavır olduğunu bilir. Görünüşte yanlış giden birşeyler varsa
bile, bunlarınAllah katında bir hikmet ile yaratıldığını unutmaz. Bu
nedenle de her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın memnuniyetsizlik duymak,
sıkılmak ya da huzursuz olmak için bir neden göremez. En sıkışık olduğu
anlarda bile çevresine karşı mutlaka hoşgörülü, affedici ve müşfik bir
karakter sergiler. Eleştirilmesi gereken birşey varsa bile bunun ancak
Kuran’ın emrine uygun olarak “güzel söz” ile yapılabileceğini ve bu
şekilde çok daha olumlu sonuçlar elde edilebileceğini bilir. Ayetlerde
müminin göstermesi gereken bu tavır şöyle bildirilmiştir:
Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf Suresi, 199)
Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. (İbrahim Suresi, 24)
Kullarıma, sözün en güzel olanını
söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz
şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
Kıskanç ve şüpheci olmaları
Cahiliye ahlakında kıskançlığın özel bir yeri vardır.
Ancak öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu özellik cahiliye
toplumlarında olumlu bir özellik olarak algılanır. Kıskançlığı bir sevgi
ve bağlılık alameti gibi göstermeye çalışırlar. Eğer bir insan sevdiği
insanı kıskanmıyorsa, onlara göre bu gerçek bir sevgi değildir. Bu
anlayışa göre insanın karşı tarafın sevgisinden tatmin olabilmesi için,
karşıdaki kişinin sadece kendisini sevmesi gerekmektedir.
Oysaki bu düşünce son derece hatalıdır. Çünkü
herşeyden önce sevgi çok yüksek bir duygu ve üstün bir ahlak
özelliğidir. İnsanın sevgide kıskançlık yapması Kuran ahlakına uygun
düşmez. İnsan sevdiği bir kişiye sevgisini, ona duyduğu sadakat,
bağlılık, şefkat ve ona yönelttiği güzel söz ve tavırlar ile gösterir.
Bu da karşı tarafta sevildiğine dair kesin bir kanaat oluşturur. Bunun
dışında insanın kendisinden başka hiç kimsenin sevilmesini istememesi
ise büyük bir bencillik örneğidir.
Cahiliye toplumlarında özellikle de evlilik hayatında
kıskançlık sebebiyle büyük sıkıntılar yaşanır. Evli oldukları kişilerin
annelerine, babalarına, kızkardeşlerine, arkadaşlarına ve hatta
çocuklarına duydukları sevgi bile bu karakteri yaşayan insanlar için
önemli bir huzursuzluk kaynağıdır. Böyle kişiler hiç kimseye
kendilerinden fazla veya kendileri gibi sevgi duyulmasını istemezler.
Ev kadını karakterinde yoğun olarak yaşanan bu
kıskançlığın ikinci bir türü de cahiliyedeki evlilik sisteminin
çarpıklığını bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü temeli Allah
rızasına, korkusuna ve sevgisine dayanmayan hiçbir beraberlikte gerçek
sevgi ve sadakat yaşanamaz. Cahiliye kadınları da bu önemli gerçeği fark
etmiş olmalarından dolayı her an aldatılmanın, ikinci plana atılmanın
ya da unutulmanın korkusunu yaşarlar. Bu nedenle de şüpheli gördükleri
her olaydan tedirgin olur ve kıskançlık hissine kapılırlar.
Buna çözüm olarak sergiledikleri tavırlar ise durumu
iyiye götürmek yerine çok daha çözümsüz bir hale sokar. Sebepsiz
kaprisler, küsmeler ve tersliklerle karşı tarafa mesaj vermeye
çalışırlar. Her an ilgisiz bir olaydan çok karmaşık bağlantılar
kurabilir ve bunlar hakkında geliştirdikleri hayali senaryolar üzerine
keskin kararlar alabilirler. Tüm bu tavırlar ise hayatlarını daha da
sıkıntılı bir hale getirmekten başka bir işe yaramaz. Ayrıca
istediklerinin tam aksine karşı tarafı kendilerinden daha da
uzaklaştırmış olurlar. Çünkü ne zaman hangi olaydan ne sonuç çıkaracağı
bilinmeyen bir insanla yaşamak son derece huzursuzluk vericidir. Bu
nedenle de ev kadınlarının kıskançlık saplantıları genellikle
evliliklerin bitirilmesiyle son bulur.
Oysaki tüm bunların çözümü çok kolaydır. Kuran’da her
insanın nefsinde kıskançlık duyguları bulunduğu ama makbul olanın bu
duygudan arınmak olduğu bildirilmiştir:
… Nefisler ise ‘kıskançlığa ve bencil
tutkulara’ hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve
sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)
Bu nedenle Kuran ahlakını titizlikle uygulayan mümin
için kıskançlık gibi bir durum söz konusu olmaz. Allah korkusundan
kaynaklanan karşılıklı sadakat ve güven hisleri böyle bir gerilimin
oluşmasını zaten daha en başından engeller.